''- Bir gün Cemal Bey Selânik gazetelerinden
birine imzasız bir başmakale yazmış; beraber çalıştığımız daireden çıkıp
tramvaya binmiş. Olimpos'a gidiyorduk. Cemal Bey'in elinde o gazete vardı, bana
uzatıp dedi ki:
- Bu başmakaleyi okudunuz mu?
- Hayır.
- Oku... dedi.
Okudum: ''- Nasıl?'' diye sordu.
- Alelâde bir gazetenin alelâde bir yazısı,
dedim.
- Amma yaptın ha, bunu, ben
yazdım.
Cevap verdim: ''Afedersiniz, bilmiyordum,
yazmamış olmanızı temenni ederdim. Ve ilâve ettim: ''Cemal Bey, şu ve bu tarzda
siz birtakım kuş beyinli kimselere kendinizi beğendirmek hevesine düşmeyiniz,
bunun hiçbir kıymeti ve ehemmiyeti yoktur. Siz içinde bulunduğunuz vaziyeti
mütalâa ediniz. Ve evvelâ kabul ediniz ki, biraz feragat sahibi olmak lâzımdır.
Eğer şunun bunun teveccühünden kuvvet almaya tenezzül ederseniz, halinizi
bilmem, fakat âtiniz (geleceğiniz) çürük olur. Çünkü bizim hakikatle hiç temasa
gelmemiş vâsi (geniş) muhitlerimiz vardır; bu muhitlerde henüz acemkâri hayalât
ile meşbu (dolu) olanlar çoktur. Büyüklük odur ki, hiç kimseye iltifat
etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakikî mefkûre neyse
onu görecek, o hedefe yürüyeceksin, herkes senin aleyhinde bulunacaktır. Herkes
seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. İşte sen bunda mukavemetsûz (muvakemet
yakan, direnmeyi yok eden) olacaksın. Önüne namütenahi (sonsuz) mânialar
(engeller) yığacaklardır, kendini büyük değil küçük, zayıf, vasıtasız, hiç
telâkki ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine kaani olarak (kanısına vararak) bu
maniaları (engelleri) aşacaksın. Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu
diyenlere de güleceksin.''
Cemal Bey sözlerimi sükûnetle dinledi, bana
hak verdi. İmzasız makalesini tenkid ettiğim için hâsıl olan teessürü zâil olmuş
(üzüntüsü gitmiş) göründü.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder