Paris'te yayımlanan ve dünyanın en çok tiraja
sahip gazetesi olan Petit Parisien Bursa'daki muhabiri vasıtasıyla Başkumandan
Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ile bir mülâkat yapmıştır.
Fransız muhabiri, Gazi Başkumandanın
sadeliğini ve onun simasındaki azim âsarını naklettikten sonra diyor
ki:
Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne şarkta
ecnebiler aleyhine başlayan ve Ankara'dan gelir gibi görünen hareketin Fransız
Efkârı Umumiyesi'nde husule getirdiği endişeden bahsettim.
İzmir'de, Bursa'da, Ankara'nın siyaseti
yüzünden Fransız menfaatinin zarar görmeye başladığını, Fransızlar Türkler
hakkındaki dostane siyasetlerinden dolayı bütün bütün müttefiklerinden ve
bilhassa Romanya ve Sırbistan'dan türlü sitem ve hücumlara maruz olup dururken
Türklerden müşkülât görmeleri onları elim bir hayrete düşürdüğünü, Fransa
Hükümeti Türk müddeiyatını (iddialarını) hararetle müdafaa ettiği bir sırada
Anadolu'da Fransız ticaret ve sanayiinin harabisini istilzam edecek
(gerektirecek) bir meslek tutulmakta olmasını anlayamadığımızı söyledim ve Türk
muhibbi (dostu) bir Fransız sanatkârının bana dediği gibi Kuvay-ı Milliye
ordusunun zaferi şarkta Fransız menafiinin mahv-ü harâbisi demek olup olmadığını
sordum. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri sözlerimi pek ziyade dikkatle
dinledi. Gazi Mustafa Kemal Paşa Anadolu'da sakin olan Fransız ve ecnebilerin
birkaç haftadan beri işlerini tesviye ve milliyet hissiyatı hâd bir devreye
girmiş olan bu memleketi tahliye ederek (boşaltarak) diğer Hıristiyanlar gibi
hicrete mecbur kalmak üzere bulunduklarını bilecek kadar ahvalden (durumdan)
haberdardır.
Gazi Başkumandan söze başlayarak dedi
ki:
''- Bana, Avrupalıların ve bilhassa
Fransızların şark'taki menafiinden (menfaatlerinden) bahsediyorsunuz. Her şeyden
evvel şurası bilinmek lazımdır di Büyük Millet Meclisi Hükümeti
kapitülasyonların ipkasını (bırakılmasını) asla kabul etmeyecektir. Şayet
tebaa-i ecnebiye (yabancı tebaa) eskiden olduğu gibi bundan sonra da
kapitülasyonlardan istifade etmeyi düşünüyorlarsa aldanıyorlar. Kapitülasyonlar
bizim için mevcut değildir ve asla mevcut olmayacaktır. Fakat Türkiye'nin
istiklâli her sahada tamamen ve kâmilen tasdik olunmak şartıyla kapılarımız
bütün ecnebilere genişçe açık olacaktır.
Türkiye ve düvel-i muazzama (büyük
devletler) arasında bilahare akdolunacak mukavelelere tevfikan (uyarak),
ecnebilerle münasebât-ı hasene (iyi münasebetler) tesis ve idame
edeceğiz.
Size temin ederim ki bu sebepten dolayı
müttefikler mahafilinde beliren endişe lüzumsuzdur.
Birtakım mesail-i iktisadiye (ekonomik
meseleler) vardır ki biz bunları kendi menabiimizle (kaynaklarımızla)
halledemeyiz ve bize yardım edecek dostlar aramaya mecburuz. Halkımızın Fransa
hakkında hissiyat-ı dostane (dostluk duyguları) perverde etmesi (beslemesi) pek
tabiidir, çünkü Fransa Efkâr-ı Umumiyesi'nin Türklere müsait olduğunu gördük ve
her gün görüyoruz.''
- Türklerin Sulh Konferansı'nda
serdedecekleri teklifatın hutut-u esasiyesini (esas hatlarını) lütfen beyan
buyurur musunuz?
''- Şeraitimiz (şartlarımız) çok açık ve çok
sadedir. İstiklâlimizin bilâ kayd-ü şart tasdikini talep ediyoruz. Bu mücmel
(kısa) cümlede programımızın bütün hutut-u esasiyesi mündemiçtir
(bulunmaktadır). Hudud-u millimiz dahilinde bulunan toprakların bize
verilmesinde ısrar edeceğiz. Ondan sonra bu topraklar dahilinde tamamıyla
müstakil, yani kapitülasyonsuz bir Türkiye yaşamasını istiyoruz. İşte bütün
istediklerimiz budur. Şu aralık ortada alemşumul bir mesele vardır ki bu da
Boğazlar meselesidir. Boğazlardan serbesti-i müruru (geçiş serbestliğinin)
temini bizim için bir esas olduğunu bütün âlem bilir. Biz Boğazların küşadını
(açılışını) ve serbestisini tekeffül ediyoruz. Biz bu meselede tek bir şart
vazediyoruz. O da İstanbul'un ve Marmara Denizi'nin emniyeti
meselesidir.
Bu meselenin yalnız Türkiye'nin arzu ve
menafi-i hususiyesi dairesinde hallolunamayacağını bilmez değiliz. Bu işte
Avrupa'nın menafi-i umumiyesi de nazarı dikkate alınmak lazım geldiğini
biliyoruz ve bunun için konferansta tespit edilecek bir şekli kabule biz de
hazırız.''
Paşa Hazretleri'ne sordum:
- Şu halde M. Poincare tarafından sulh
konferansının iki safhaya tefriki (ayrılması) suretiyle ortaya atılan teklifi
siz de kabul ediyorsunuz demektir.
Gazi Mustafa Kemal Paşa cevap
verdi:
''- Türkiye, müttefikler ve Yunanistan
arasında sulh akti için tanzimi lazım gelen mesail bilhassa işbu devletleri
alakadar eder. Ancak Çanakkale meselesinin halli için hususi bir konferans
akdedilmesi ve bu konferansa bütün alakadar devletlerin ve bilhassa Sovyet
Hükümeti'nin iştirak eylemeleri şayan-ı tercihtir.''
Bunun üzerine Gazi Mustafa Kemal Paşa
Hazretleri'ne şu suali irad ettim:
- Ankara Büyük Millet Meclis Hükümeti'nin
Anadolu'da sakin (oturan) ecnebilere karşı tarz-ı hareketi (hareket tarzı)
Bolşevikler tarafından ittihaz edilmiş olan tedabire (tedbirlere) pek benziyor,
ezcümle İzmir'de bazı bankalarda ve hatta Fransız bankalarında ecanibe ait
kasaların zorla açılması İstanbul'da müttefikin (müttefikler) mahafilinde pek
elim bir tesir hâsıl etmiştir. Türkiye'de komünizm şeklinde bir idare mi tesis
etmek istiyorsunuz?
Gazi Mustafa Kemal Paşa şu cevabı
verdi:
''- Yeni Türkiye'nin eski Türkiye ile hiçbir
alakası yoktur. Osmanlı hükümeti tarihe geçmiştir. Şimdi yeni bir Türkiye
doğmuştur. Tabii millet değişmemiştir. Aynı Türk unsuru bu milleti teşkil
ediyor. Ancak tarz-ı idare değişiyor. Ankara Hükümeti'nden evvel İstanbul'da bir
sultan ve bunun hükümeti vardı. Millet, memleketin işlerine, vazifesi kanun
yapmaktan ibaret olan bir Meclis vasıtasıyla iştirak edebiliyordu. Bu tarzı
hükümet, millete hâhişker (arzuladığı) olduğu istiklal ve hürriyeti vermeye kâfi
değildi. ......................................... (noktalı yerler sansür
tarafından çıkarılmıştır). Yaşamak ve bunun için de ne lazımsa onu yapmak
istiyoruz. İşte bunun içindir ki üç senedenberi tarz-ı idaresini değiştirdi.
Yukarıda izah ettiğim hükümete bedel, doğrudan doğruya milletten çıkan bir
hükümeti kabul etti. Bu yeni hükümet taraf-ı milletten mansup (nasbedilmişy
seçilmiş) ve aynı zamanda hem kuvve-i icraiyeyi, hem de kuvve-i teşriiyeyi haiz
mebuslardan teşekkül eder. Bu mebusların bazıları umuru idarenin teferruatını
temşiyete (yürütmeye) ve halk komiserleri vazifesini ifaya memurdurlar.
Hakikatte hâkim olan ve her şeyi idare eden merci, Millet Meclisidir. Zannıma
göre yeryüzünde buna benzeyen diğer bir hükûmet mevcut değildir.
Şurasını unutmamalı ki bu tarz-ı idare
tamamile bir Bolşevik sistemi değildir. Çünkü biz ne Bolşeviğiz, ne de komünist!
Ne Bolşevik ne de komünist olamayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize
hürmetkârız. Hülâsa bizim şekl-i hükûmetimiz tam bir demokrat hükûmetidir. Ve
lisanımızda bu hükûmet ''halk hükûmeti'' diye yâd edilir.
Bu hükûmet doğrudan doğruya milletin
arzularını tatmine hâdim ve millet, memleketin idaresine bizzat sahiptir. Bu
itibarla kendi mukadderatını kendisi tâyin eder. Memleketimizdeki şuabat-ı
idaremizin (idare şubelerimizin) kâffesinde (tümünde) tatbik edilecek olan usul
de budur.''
- İstanbul'a avdetinizde padişahı tanıyacak
mısınız?
''- Yirminci asırda bizim elimizden
hürriyetimizi alıp başkalarının hâkimiyetini iade ve tesis etmek
olamaz.
Hilâfeti muhafaza edeceğiz. Şu şartla ki
Büyük Millet Meclisi ve millet halifenin istinat edeceği bir mesnet ve kuvvet
olacaktır.''
- Hilâfette şimdiki usul-ü veraseti muhafaza
edecek misiniz?
Gazi Mustafa Kemal Paşa burada biraz
tereddütten sonra:
''- Bu bapta kat'î bir şey söyleyemem.
Maamafih şimdiki usulün muhafazası müreccah olacağı (öncelik tanınacağı)
zannındayım. Çünkü en sade ve en sehlüttatbik (kolay uygulanan) olan yol budur.
Esasen bu mesele yalnız Türkiye'ye ait olmayıp bütün Âlem-i İslâmı (İslâm
âlemini) alâkadar eden bir meseledir.''
(İkdam'dan: 3 Kasım 1922)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder