Bu özelliğin apaçık bir belgesini, çoğunluğunu Türklerin teşkil ettiği
bölgeler üzerinde kurmayı düşündüğü Türk Devleti ‘nde buluyoruz. Bu, aynı
zamanda O’nun, jeopolitik ve stratejik alanlarda da ne büyük bir güç olduğunu
göstermektedir.
Atatürk, Birinci dünya Savaşının sonunu daha başından görebilmiştir. Bu
nedenle de gelecekte Türk milletinin kaderi ile Türk topraklarının kurtuluşu
için alınacak tedbirleri düşünmüştür. Suriye cephesinde Yedinci Ordu
Kumandanıdır. Antep‘e gitmekte olan Ali Cenani Bey’e : “... Teşkilat yapın.
Milli bir kuvvet meydana getirin. Kendinizi savunun. Ben istediğiniz silahı
veririm” der . Aslında bütün bu neticeleri, daha 1917 yılında,
Sadrazam Talat Paşa’ya ve Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya ünlü raporu ile
bildirmiştir.
Arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’a da: “... Padişah artık kendi tahtını
düşünecektir. Bundan sonra millet kendi hakkını kendi savunacaktır. Bizim ve
ordunun ona yardım etmemiz, yol göstermemiz gerekir”
diyecektir.
31 Ekim günü Yıldırım Ordular Grubu Kumandanlığını Alman generalinden
devralırken, Alman generalinin: “... Yenildik. Bizim için her şey bitti.”
ifadelerine karşı: “Savaş müttefiklerimiz için bitmiş olabilir. Ama bizi
ilgilendiren savaş, kendi İstiklalimizin Savaşı ancak şimdi başlıyor.” Cevabını
verir.
Atatürk’ün derin ve uzak görüşlülüğünün bir güzel örneğini de İkinci
Dünya Savaşını önceden bilmesinde görürüz. Adeta kehanete varan bir
görüştür bu. Şöyle ki Atatürk, 1932 yılı Eylül’ünde ünlü Amerikan
generali Mac Arthur ile bir görüşme yapar. Dünyanın, özellikle Avrupa
Devletlerinin iyi yolda olmadıklarını, adeta bir savaşı çağırdıklarını
sebepleriyle açıklar.
İkinci Dünya Savaşının 1940–1945 yılları arasında cereyan
edeceğini söyler. Avrupa ‘nın kaderinin Almanya’nın elinde bulunduğuna işaret
eder. Sonra da : “... Fransızlar artık güçlü bir orduyu kurmak yeteneğinden
yoksundurlar. İngilizler bundan böyle adalarının savunmaları için Fransızlara
güvenemezler. İtalyanlar savaşın dışında kalabilecek olsalar, savaş sonrası
barışta önemli bir rol oynayabilirler.
Ama, Musollini’ nin ihtirası yüzünden
bunu yapamayacaklardır. Böylece Almanlar, İngiltere ve Rusya dışında bütün
Avrupa’yı işgal edeceklerdir.
Amerika’nın tarafsızlığını koruması mümkün olmayacaktır. Savaşa
katılacaklardır. Bu katılma ile de Almanlar mağlup olacaklardır. Fakat savaşın
asıl galibi, ne Amerika ne İngiltere olacaktır. Sovyet Rusya savaşın galibi
olacaktır. Biz Türkler, bu tehlikeyi diğer bütün milletlerden çok daha iyi
görmekteyiz. Çünkü yakın komşumuzdur. Çünkü, onlarla çok savaştık. Çünkü
Batı’nın farkına varmadığı bir politika uygulamaktadır. Yalnız,
Avrupa için değil, Asya için de büyük
tehlikedirler.”
Gerçekten zamanı bu derece şeffaf gören büyük Atatürk ‘ün, bu
derecede uzağı görebilmesi onun olağanüstü bir insan olduğunu gösteriyor. Bu
kadar derin ve uzun bir politik görüş sahibi, bugüne kadar cihana gelmiş midir ?
Hiç sanmıyorum.
Karl Jaspers’in açıkladığı gibi, “Durumun farkına varan insan, ona
hakim olmaya başlamış sayılır. Ona cepheden bakan,
şahsiyetini gerçekleştirmek için savaşa atılır ve iradesini ortaya koyar. Ben
çağımın içinde bulunduğu manevi durumu tahlil sureti ile, insan olma irademi
gerçekleştiririm.”
Atatürk’ün Alman filozofu Karl Jaspers’in açıklamalarının ışığı altında,
Mondros Ateşkes Antlaşması sonucu karşılaştığı durum, varlığı objektif yorum ve
aldığı karar, onda büyük bir insan olarak, iradesini gerçekleştirme
fırsatını vermiştir.
Atatürk gerçekçi yönü ile ve uzak görüşü ile Osmanlı Devletinin felakete
yuvarlanışını gören, durum tesbiti ile değerlendiren ve sonuç olarak karar alan
insandır. Bu nedenle Milli Mücadelenin şefi ve lideri olmak herşeyden
önce O’nun kaderi idi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder