“Yeni Türkiye’nin kurulması eğitime
dayanır. En önemli ve en onurlu görevimiz eğitim işleridir. Ulusal eğitim
işlerinde kesinlikle yengin olacağız.”
Bağımsızlık Savaşı’nı kazandıktan sonra, ne
yapmak istediğini soranlara, Atatürk’ün yanıtı, “Ulusal
Eğitim Bakanı olmak” olmuştu. Türkiye’nin geleceğini
eğitime dayandırması, bunu en önemli ve onurlu görev bilmesi, yenginlikle
(utku, zafer) bu yolda bulunacağını vurgulaması da,
eğitime-öğretime verdiği değerin göstergeleri olmaktadır.
İnsanımızın yok olma konumunu varoluşa dönüştüren, güç yaşam
koşullarını gönence (bolluk, refah) çeviren, dağılmış,
parçalanmışlığı birlikteliğe, bütünleşmeye yönlendiren, “Sayrı (hasta)
Adam”ı sağlığına kavuşturan Atatürk, ulusuna, halkına olan güvenini,
“Silahıyla olduğu gibi, beyniyle de savaşım zorunda
olan ulusumuzun, birincisinde gösterdiği gücü, ikincinsinde de göstereceğinden
kesinlikle kuşkum yoktur” sözleriyle vurgulaması,
“düşün, bilinç savaşımı” nı ne denli önemsediğini göstermesi
adına oldukça önemlidir.
“Bilinçlenme süreci” nin anlamını derinden
kavrayarak şöyle demiştir: “Hedefe yalnızca
çocukları yetiştirmekle ulaşamayız. Çocuklar geleceğindir. Ne var ki geleceği
yapacak olan bu çocukları yetiştirecek analar, babalar, kardeşler, hepsi
şimdiden az çok aydınlatılmalıdır ki, yetiştirecekleri çocukları, bu ulusa ve
memlekete görev yapabilecek, yararlı olabilecek biçimde yetiştirilsin. Hiç
olmazsa yetiştirmenin gerekliliğine inansınlar.”
Atatürk’ün “yetiştirme” kavramıyla dile
getirmek istediği olgu “eğitim-öğretim” dir. Çocukları,
gençleri önemsediği denli, günümüzde üzerinde yoğunlaşılan “anne-baba
eğitimi”ni yıllar öncesinde önemseme ileri görüşlülüğünü göstermiştir.
Eğitim-öğretim olgusunun önemini algılamak, bu bağlam
doğrultusunda bilinçlenmek ve bunu yaşama geçirmek, işlevselleştirmek, gelecek
kuşakların sağlıklı, yapıcı, olumlu bir konumda oluşmasının koşuludur Atatürk’e
göre. Bağımsız bir Türkiye, gönençli bir ulus için koşul yine aynıdır:
“Eğitimdir ki, bir ulusu özgür, bağımsız, ünlü ve
yüksek bir toplum konumunda yaşatır; ya da bir ulusu tutsaklık ve yoksulluğa
bırakır.”
“Okulun sağlayacağı bilim ve
teknikle Türk ulusu, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiiri ve edebiyatı bütün
güzellikleriyle belirip gelişecektir” sözleriyle, Atatürk’ün
eğitim-öğretim olgusuna ne denli kapsamlı yaklaştığı açık – seçik ortaya
konulmaktadır. “Okul” un önemi ve değeri, eğitim-öğretimle
koşut bir gelişimi içermektedir.
Gelecek kuşakların çağdaş donanımla yaşama
atılmasında, önce okul ortamının, bilgilenme sürecinin sağlıklı gerçekleşmesi
söz konusudur. Bu süreç, salt bilgilerin ardışıklığıyla, öğrencilere
aktarılmasıyla değil, bilimle, teknikle, sanatla, ekonomiyle, yazınla (edebiyat)
iç içe yaşayarak olabilmektedir. Birey olabilmek, ekin (kültür) insanı olarak
yaşamak, ilerici, çağdaş bir konumu içselleştirmektir. Bilgiyle sevginin
bileşkesini, birlikteliğini sağlayan kişi, yaşama, doğaya, insana daha duyarlı
yaklaşan, incelen, paylaşımcı olan bir konuma ulaşacaktır.
Atatürk’ün üzerinde
durduğu okul ortamı, böylesi düşünceleri taşımaktadır. Bu düşünceler ne denli
uygulamaya geçerse, anlamlaşırsa, Türkiye’nin, Türk ulusunun da geleceği o denli
aydınlık, o denli güzel ve verimli olacaktır.
Atatürk’ün “Düşünce”ye,
“Sanata”a, “Bilim”e verdiği değer, bireyin
ekin insanı olmasını önemsediğini gösterirken, “Beden”
sağlığına, “Spor” eğitimine verdiği değer de, iç-dış, eşdeyişle
düşün-beden birlikteliğini ne denli önemsediğinin göstergesidir: “Düşüncenin gelişmesine olduğu denli vücudun / bedeni gelişmesine
önem vermek ve özellikle ulusal krakteri, derin tarihimizden esinlenerek yüksek
düzeylere çıkarmak gerekir.”
Tarihsel gelişimimizi düşünce ve beden eğitimimizi içerir
biçimde irdeleyen Atatürk, ulusal eğitimimizin olmazsa olmaz öğesi olarak
gördüğü spor etkinlikleri üzerine şöyle demiştir: “Her çeşit spor etkinliklerini Türk gençliğinin ulusal eğitiminde
başlıca öğelerden saymak gerekir.”
Okulun işlevine derinlemesine irdeleyen, açımlayan, Başöğretmeni
şu sözleri de üzerinde durulması,düşünülmesi gereken sözlerdendir: “Kurtuluş, toplumsal yapıdaki sayrılığı (hastalığı) bulmak ve
iyileştirmeye çalışmakla elde edilir; ve bu, ancak bilimsel yolla olursa,
iyileşme olabilir. Yoksa sayrılık yerleşir, iyi edilemez bir duruma gelir. Bir
toplumun sayrılığı ne olabilir? Ulusu ulus yapan, ilerleten ve yükselten güçler
vardır: Düşünce güçleri, toplumsal güçler. Düşünceler, anlamsız, temelsiz,
uydurmalarla dolu olursa, o düşünceler sayrılıklıdır. Bunu gibi toplumsal
yaşam, us (akıl) ve mantıktan yoksun, yararsız, zararlı bir takım inançlar ve
geleneklerle dopdolu olursa kötürüm olur. Önce düşünce ve toplum güçlerinin
kaynaklarını temizlemekle işe başlamak gerekir. Ülkeyi, ulusu kurtarmak
isteyenler için coşkulu bir yurt sevgisi ve iyi niyet ve özveri en gerekli
niteliklerdendir. Ne var ki bir toplumdaki sayrılığı görmek, onu iyileştirmek ve
toplumu çağımızın gereklerine göre ilerletebilmek için bu nitelikler yeterli
değildir. Bunların yanında bilim ve teknik gereklidir. Bilim ve teknik, fen
yolundaki girişimleri etkinliği de okuldur. Onun için okul gereklidir. Okul
adını hep birlikte saygıyla, yücelterek analım. Okul, gençlere, insanlara
saygıyı, ulus ve ülkeyi sevmeyi, bağımsızlık onurunu öğretir. Bağımsızlık
tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için izlenmesi uygun olan en sağlam yolu
belirtir".
Bağımsızlık, özgürlük, gönenç içinde yaşayan ve ilerleyen bir
ulusu yaratmak, bunu yüzyıllar boyu geliştirerek anlamlaştırmak, Atatürk’e göre
eğitim-öğretimle olabilir ancak. Aydınlık yarınların, bilinçli bir yaşamın
sağlanabilmesi için eğitim-öğretimin anlamı oldukça derindir Atatürk’e
göre.
Halkın içinden gelen, insanını derinlemesine tanıyan,
Bağımsızlık Savaşı’nı onlarla omuz omuza veren önderimiz, “İnsanlar, ancak, erekleri, düşünceleri tanınarak gönderilip ve
yönetilebilir” düşüncesiyle, insanımızın sorunlarını bilmenin, yarından
beklentilerini saptamanın ve ona göre bir yönlendirmenin / yönetmenin
sağlanabilmesinin önemini belirtmektedir. O’na göre halkın sorunlarının,
beklentilerinin gerçek çözüm yolu eğitim-öğretimden geçmektedir. Başarının
yolunun eğitim-öğretimle sağlanabilmesiniyse düzen bağına (disiplin, sıkıdüzen)
bağlanmalıdır: “Yaşamın her çalışma aşamasında/ evresinde olduğu gibi, özellikle
öğretim yaşamında sıkıdüzen başarının koşuludur. Yöneticiler ve öğretim
kadroları sıkıdüzen sağlamaya, öğrenciyse sıkıdüzene uymaya
zorunludur.”
Eğitim-öğretim olgusunun ne denli önemli olduğunu
vurgulayan “Başöğretmen”, aynı oranda sıkıdüzene olan
gereksinimi de vurgularken, öğretmenler denli öğrencilere de yoğun bir
sorumluluk yüklemektedir. Öğretmenlere, özellikle “Yalınlık” ve
“Törel Bilinç (vicdan)”i, en az sıkıdüzen denli salık
vermektedir: “Hiçbir yengiyle benzetme onamayan
(kabul etmek) bir başarının coşkusu içindeyiz. Vatandaşlarımızı bilgisizlikten
kurtaracak bir yalın öğretmenliğin törel bilinçli mutluluğu, bütün varlığımızı
sarmıştır.”
Atatürk’e göre eğitim-öğretim, böylesi bir yalınlığı içerdiği
denli, süssüzlüğü, baskısızlığı da içermelidir:
“Eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir
baskı aracı ya da bir uygarlık beğenisinden (zevk) çok, yaşamda başarıya
ulaşmayı sağlayan, uygulanan ve kullanılabilen bir araç konumuna
getirmektir.” Bu bağlamda üzerinde durulması gereken kavram
“Başarıdır.” Başarılması istenense, daha çağdaş, daha insanca,
daha ilerici, daha aydın bir ulus içerisinde yaşamak. Böylesi bir yaşamı
sağlamak amaçsa, eğitim-öğretim, bu yoldaki uygulanması gereken araç olmaktadır.
Bu aracın içeriğindeyse bilgi, bilinç ve özgürlük yer almaktadır.
Bir yeni araç da “Bilimler Yurdu” dur. Atatürk, ilk ve orta
öğretimle yetinmenin yetersizliğini, bunu aşmanın gerekliliğini şöyle ortaya
koymuştur: “Arkadaşlar, Türk Ulusu yeni bir amaca
doğru yürüyor. Memleketimizde uygarlığın simgesi Bilimler Yurdu (Üniversite,
Darulfünun) olacaktır."
Atatürk, bu sözü söyleme konumuna uzunca bir uğraştan sonra
gelmiştir. Önce Latin kökünden gelen Türk harflerinin Türk diline uygunluğunu
sağlama uğraşını vermiştir. Bu sözleriyse şunlardır: “Bizim uyumlu, varsıl (zengin) dilimiz, yeni Türk harfleriyle
kendini gösterecektir. Yüzyıllardır kafalarımızı demir çerçeve içinde
bulundurarak, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bu
gerekliliği anlamak zorundayız. Bunu anladığımızın belirtilerini yakın zamanda
bütün dünya görmüş olacaktır. Buna kesinlikle
inanıyorum.”
Bütün dünyanın bu gelişmişliği, bu değişimi görmesi demek, uygar
dünyanın yanında olduğumuzun göstergesi olmaktadır Atatürk’e göre: “Yeni Türk harfleri çabuk öğrenilmelidir. Her yurttaşa, kadına,
erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik görevi biliniz. Bu
görevi yerine getirirken düşününüz ki, bir ulusun, bir toplumun yüzde onu okuma
yazma bilirse, yüzde sekseni, doksanı bilmezse bundan insan olanlar utanmalıdır.
En çok bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri öğrenecektir.
Ulusumuz yazısıyla, kafasıyla bütün uygar dünyanın yanında olduğunu
gösterecektir.”
Atatürk, bir başka zaman diliminde, düşüncesini şu sözleriyle
sürdürür: “Her şeyden önce her gelişmenin ilk yapı
taşı olan soruna değinmek isterim. Her araçtan önce büyük Türk ulusuna, onun
bütün emeklerini kısırlaştıran çorak yol dışında, kolay bir okuma-yazma açkısı
(anahtar) vermek gerekir. Büyük Türk ulusu bilgisizlikten az emekle, kısa
yoldan, ancak kendi güzel ve soylu diline uyan bir araçla sıyrılabilir. Bu okuma
– yazma açkısı, ancak Latin kökünden alınan Türk abecesidir (alfabe). Sıradan
bir deneme, Latin kökünden gelen Türk harflerinin Türk diline ne denli uygun
olduğunu kentte, köyde yaşı ilerlemiş Türk yurttaşlarının ne denli okuyup
yazdıklarını güneş gibi ortaya çıkarmıştır.”
Uygar Türkiye’nin oluşmasında ve bugünlere gelmesinde alınan
yol, Türk abecesinden bilimler yurduna (üniversite) dek süren zorlu uğraşın,
yolculuğun güneş gibi aydınlığıyla anlamlaşmaktadır. Bu yolculukta
"Bilim" ve "Teknik” in işlevi yadsınamaz bir
gerçektir Atatürk’e göre: “Ulusumuzun, siyasal ve
toplumsal yaşamında, ulusumuzun düşünce eğitiminde kılavuzumuz bilim ve teknik
olacaktır. Türk ulusunun yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık yolunda elinde ve
kafasında tuttuğu meşale, olumlu bilimdir.”
Bilimin yanı sıra “Ekin (Kültür)”i de çokça önemsemektedir
Atatürk: “Yüzyıllarca süren bir dönemde yönetim
savsaklamasının, devlet yapısında açtığı yaraları iyileştirmek için harcanan
çabaların en büyüğünü, hiç kuşku yok ki, bilim ve ekin yolunda göstermemiz
gerekecektir.”
“Bilim” , “Ekin”, Atatürk’te ne denli önemli
olgularsa, “Felsefe” de o denli önemlidir. İlerlemenin,
bağımsızlığın koşuludur O’na göre usa uygun bir yaşam; eşdeyişle;
felsefe: “Usa uygun hiçbir kanıta dayanmayan, bir
takım geleneklerin korunmasında direnen ulusların ilerlemesi çok güç olur, belki
de hiç olmaz. İlerleme yolunda sınırlama ve koşulları aşamayan uluslar, yaşamı
usa uygun ve uygulamalı olarak göremezler. Yaşam felsefelerini geniş çapta olan
ulusların egemenliği altına girmekten, onlara tutsak olmaktan
kurtulamazlar.”
Asker Ordusu” vatanın yaşamını
kurtarıp, Bağımsızlık Savaşı’ndan utkuyla çıkmış olsa da, bir başka orduya daha
gereksinim vardır Atatürk’e göre: “Ekin (Kültür)
Ordusu”na.
Bunun için Atatürk diyor ki:
“Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe ve
mutluluğa eriştirmek için iki orduya gereksinim vardır; biri, vatanın yaşamını
kurtaran asker ordusu, öteki, ulusun geleceğini yoğuran ekin ordusudur. Bu iki
ordunun her ikisi de değerlidir, yücedir, verimlidir, saygıdeğerdir. Yalnız,
ekin ordusu üyeleri, sizler, vatan için öldüren, vatan için ölen, birinci
orduya, niçin öldürüp, niçin öldüğünü öğreten ordunun bireylerisiniz.
Ordularımızın kazandığı utku, sizin ve sizin ordularınızın kazandığı utku için
yalnız olanak hazırladı. Gerçek utkuyu siz kazanacaksınız ve siz
koruyacaksınız.” Ve ekliyor ardından: “Dünyanın her yerinde öğretmenler, insan
topluluğunun en özverili ve en saygıdeğer unsurudur. Ulusları kurtaranlar yalnız
ve ancak öğretmenlerdir.”
Eğitim-öğretim
ordusunun değerini, işlevini usunda, yüreğinde bulup duyan, “Ulusal
Eğitim Bakanı” olmayı isteyen, Türkiye’nin geleceğini eğitim-öğretimde
gören, “Cumhuriyet, öğretmenlerden, düşüncesi özgür, törel bilinci özgür, seziş
ve anlayışı özgür kuşaklar yetiştirmesini ister” diyen Mustafa Kemal Atatürk,
21. Yüzyılda da daha çağdaş, daha ilerici, daha bilinçli, daha erdemli, daha
çalışkan, daha üretici, daha paylaşımcı, daha uygar ve eğitimin-öğretimin
anlamını derinden kavrayan daha bilgi ve sevgi dolu kuşaklarla aydınlanan bir
Türkiye’nin her zaman önderi, her zaman “Başöğretmen”i olarak yaşayacak ve
yaşatacaktır.
K A Y N A K Ç A
ATATÜRK, M.Kemal,
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1989
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE, Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara
1992
ATATÜRK KONFERANSLARI (1973 – 1974) Türk Tarih Kurumu Yayınları XVII.
Dizi – Sa.6, Ankara, 1977
BAŞGÖZ, İlhan, Türkiye’nin Eğitim Çıkmazı ve
Atatürk, T.C.Kültür Bakanlığı Başvuru Kitapları Dizisi/32, Ankara, 1995
İNAN,
Arı, Düşünceleriyle Atatürk, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk
Tarih Kurumu Yayınları XVI. Dizi- Sa.43, Ankara, 1991
KASRAL, E. Ziya,
Atatürk’ten Düşünceler, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1991
ÖZDEYİŞLERLE
ATATÜRK, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Atatürk
Yayınları Serisi No: 10, Ankara, 1981.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder